Film ithaf edildiği son cümleye birebir uygun yorumlanmış.Yenilmişlik, ezilmişlik, hayalin yokken bunu kurup kırılışını izlemek, inanıp inancının boşa çıkması gibi birçok durumu isa ile beraber yaşıyorsun. Sonuç ne oluyor yine yeniliyorsun ve unutuluyorsun....
Toplumsal bir kaygı taşımayan, özellikle böyle anlaşılmaması için yönetmenin özellikle dikkat ettiği bir film. Kadın-erkek ilişkilerine odaklanıyor Zeki Demirkubuz. İsa hep ikinci planda, figüran rollerde oynayan ve hayat amacı bir gün başrolde oynamak olan bir gençtir. Spoiler vermemek için konu akışını anlatmak istemiyorum. Ama çok şaşıracaksınız ve sizi beyninizden vuracak. İsa tam başrolü kaptığını düşünürken yine figüran olarak kalıyor başkalarının senaryosunda. Güzel enstantanelerden birinde neden dayak yediğini soruyor Meryem, İsa'ya ve İsa şöyle cevap veriyor: '' Bu memlekette bir tek garibanlar hırsızdır da ondan.'' Ayrıca isa'nın şu haykırışı tam bir psikoloji manifestosudur: ''Bana gerçeği söyleyin! Benden ne istediniz! Bana gerçeği söyleyin!'' ''YENİKLERE VE UNUTULMUŞLARA...'' armağan ediyor bu filmi Zeki Demirkubuz. Ve şöyle diyor film hakkında; ''üçüncü sayfa filmini yaparken, tansu çiller ve o dönemki galatasaray, fatih terim ve bir bütün olarak bu ülkenin kazananlarından, o durumdan, başarı ahlakından nefret ediyordum. üçüncü sayfa'yı yaparken bunlara duyduğum öfke de etkili oldu." Gerçekten seven, saf insanın dünyanın en haksız muameleleriyle karşılaşması... Baudelaire'in Elem Çiçekleri kitabının adını alacakken sonradan Üçüncü Sayfa adını alan bu film; Baudelaire okumuş kişilerin bileceği gibi karanlık, kasvet, şehvet, suç, kötülük gibi kavramlar arasındaki ilişkileri de döküyor ortaya. Ve biz bir kez daha bu dünyada masumiyetin, ince ruhların haksız yere çektikleri acılarla yıkılıyoruz. Sinema tarihimizin müthiş filmlerinden biri. Masumiyet kadar olmasa da onun kadar derin bir psikolojik-edebi-sanatsal içeriğe sahip. Üçüncü sınıf aksiyon ve bütçe filmleri yerine sanata değer verenler için kaçırılmaması gereken bir film.
Filmin en başarılı yönlerinden biri Meryem'in saflığından film boyunca hiç şüphe etmiyor olmamız. Oysa Meryem şeytani bir plan kurarak hem statü atlıyor hem İsa gibi saf-masum bir insanın yaşama sevincini yok ediyor. Eşini, ev sahibini ve İsa'yı asıl sevgilisi ev sahibinin oğluyla birlikte olmak için harcıyor. Kadın sizi değil başkasını seviyorsa yapabileceğiniz ne var ki? Ne kadar severseniz sevin onu. Sonuç hüsran olacaktır. Bu mesaj masumiyet kadar üçüncü sayfa da baskın çıkıyor. İsa bir kadını hayal bile edemezken, biraz ilgisini görünce Meryem'e aşık oluyor ama sonra Meryem'in ona karşı çok kırıcı sözlerine ve onu planları için kullandığına-kandırdığına şahit oluyoruz. İsa ise herşeyi anladığı noktada gerçeği söyleyin! diye bağırıyor. Çünkü Dostoyevski'nin dediği gibi; ''Gerçek herşeyin üzerindedir. Zavallı egolarımızın bile!'' Demirkubuz gibi Dostoyevski hayranı bir yönetmen Dostoyevski'nin düşüncelerini çok güzel yedirmiş filme. İsa gibi sevmişseniz onun yıkılışını ve yıkıldığnda gerçeği isteyişini, ve gerçeği öğrenince Meryem'i vuramayıp-sevdiği kadını ona her ne yapmış olsa dahi onu vuramayıp- kendini vuruşunu içten içe hissedersiniz. Ve kadınların acımasızlığı... İnsanı bir mağaradan çıkarıp gökyüzüne uçurup oradan aşağı bırakan kadınlar. Binbir acımasızlık, tüm psikolojik saygınlık ilkelerinin ihlali... Meryem'in İsa'ya gösterdiği sıcaklığı ve daha sonra onun mazlumluğuna gösterdiği merhametin aradan zaman geçince aşağılayıcı sözlere dönüşmesini izliyoruz mesela. (ikiyüzlülüğün, Schopenhauer'in dediği gibi şimdiki zamanda yaşayan kadın imgesinin müthiş bir tasviri bu dönüşüm) Buna rağmen sevdiği için, biraz ilgi gördüğü için sevdiği kadının uğruna herşeyi yapabilecek-adam öldürmeyi göze alacak düzeye gelen bir adam. Fakat Meryem'i de suçlayamıyoruz tamamen. Ya onun çektikleri? Onun masumiyeti? Ona yapılanlar? Bunları da hesaba katmanız gerekiyor.
''yav bu ülkede böyle şeyler de oluyor muymuş?'' sorusunun yanıtıdır. evet ve elbette oluyor, film diyip geçmeyin; milenyum türkiyesinin bir panaromasıdır bu film. tüm demirkubuz filmleri öyle değil midir zaten? karanlık, kapkaranlık, acı ve kederle bulanmış hayatların kadraja girmesi değil midir? beyazperdede içimizi daralması değil midir?
''YENİKLERE VE UNUTULMUŞLARA...'' armağan ediyor bu filmi Zeki Demirkubuz. Ve şöyle diyor film hakkında; ''üçüncü sayfa filmini yaparken, tansu çiller ve o dönemki galatasaray, fatih terim ve bir bütün olarak bu ülkenin kazananlarından, o durumdan, başarı ahlakından nefret ediyordum. üçüncü sayfa'yı yaparken bunlara duyduğum öfke de etkili oldu." Gerçekten seven, saf insanın dünyanın en haksız muameleleriyle karşılaşması... Baudelaire'in Elem Çiçekleri kitabının adını alacakken sonradan Üçüncü Sayfa adını alan bu film; Baudelaire okumuş kişilerin bileceği gibi karanlık, kasvet, şehvet, suç, kötülük gibi kavramlar arasındaki ilişkileri de döküyor ortaya. Ve biz bir kez daha bu dünyada masumiyetin, ince ruhların haksız yere çektikleri acılarla yıkılıyoruz. Sinema tarihimizin müthiş filmlerinden biri. Masumiyet kadar olmasa da onun kadar derin bir psikolojik-edebi-sanatsal içeriğe sahip. Üçüncü sınıf aksiyon ve bütçe filmleri yerine sanata değer verenler için kaçırılmaması gereken bir film.