slymndgnPersona, Bergman filmografisinin en şaşırtıcı ve en aykırı parçası. Yönetmenin ustalığının ve modern sinemayı etkilemekle kalmayıp onu nasıl büyük ölçüde kendinden çıkardığının en güzel kanıtlarından biri. Sinamotografisinin ustalığını bir yana bırakırsak, buradaki sinema dilinin günümüzdekinden geri kalan yanı yok. Sinematografi de işin içine girdiğinde Bergman fersah fersah öteye gidiyor. Kuralları kim koydu diye merak ediyorsanız işte size Bergman, sinemanın gerçek babası. Örneğin Lynch Mulholland Çıkmaz'ını yazarken bu filmi en az on kez izlemiş olmalıdır. Bir hemşire, konuşmayı reddeden, herhangibir psikolojik rahatsızlığı olmamasına rağmen çevresiyle iletişimi tamamen kesmiş bir aktristin bakımını üstleniyor. İkisi bir yazlıkta birlikte zaman geçirirken, birinin sessizliği nedeniyle açılan kışkırtıcı ve korkutucu kişilik çukuruna diğerinin (hemşirenin) karakteri düşüyor ve kendini en ince detayları ile açık etmeye başlıyor. Ve bir süre sonra hemşirenin kendi karakteri yok olup tamamen aktristin karakteri içinde eriyerek şekil değiştiriyor. (bibi andersson ve liv ullman'ın oyunculukları mükemmel) Sessizliğin gücü, karakter olmak, oynamak, kişilik ve kadın kimliği (John Berger'in Görme Biçimleri'ndeki tezini hatırlamakta fayda var: özellikle kadınların kendilerinden beklenen kimlik ve içlerindeki gerçek kimlik arasındaki bölünmüşlükleri) üzerine bir başyapıt. 1966 yılından sonraki sinemayı en çok etkilemiş ve hatta onu bizzat yaratmış olan filmlerden biri Persona. Ama burada örneğin bir Potempkin Zırhlısı ya da bir Metropolis gibi ancak miras kağıtlarındaki yazı olabilecek, yapacağını yapmış sonra da hükmünü uzun zaman önce kaybetmiş bir anlatı göremezsiniz. Bergman'ın Persona'sı, bugün bile tüm yönetmenlerin hayalini süsleyebilecek ve yapıldığı anda tüm dünyanın önünde eğileceği gerçek sinema anlatısıdır. Yapıldığı yıl bir kesimin takdirini toplamakla birlikte çok büyük bir kesim tarafından da acımasızca eleştirilmişti. Ne var ki sonrasında kuralları koyan filmlerden biri oldu.(sinemalar)
Çok ağır ilerleyen ama filmin vermek istediği mesajı bilerek izleyince sıkılmadan sorgulayarak,kendimizle yüzleştirerek izletiyor.Anlamı kuvvetli ders niteliğinde bir film.Mükemmel senaryosuyla tokatlıyor.Kesinlikle herkesin izlenilenler listesinde olması gerektiğini düşünüyorum.Efsane ve unutulmaz film listeme atıyorum :)
Bergman'ın izlediğim ilk filmiydi baba sen neymişsin ya saygıyla eğiliyorum kesinlikle çok farklı bir film insanı düşünmeye zorlayan her film baştacımdır bu da öyle oldu
..gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? cevabı o denli güç geldi ki sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. sonunda, bir adım daha ileri giderek, bunun da bir rol, bir cins maske olduğunu keşfettim. ihtiyaç duyulan şey bir adım ötesini bulmaktır. -bergman bu film için bir kez izlemek yetmez, iki kez üç kez. yetmez çünkü tümüyle kavramaya, sindirmeye. ruhun kullanma klavuzu, karmaşık, karanlık tablosu, her bir kelimesi diken kitabı.
İnsanın dünyadaki kirlilik ve vahşetten, toplumsal rollerinden (burda özellikle kadın rolleri üzerinde durulmuş) ve hatta ''kendim'' diye nitelendirdiği her şeyden uzaklaşma ve tamamen arınma isteğinin simgesel anlatımına hayran kalmamak elde değil.Ayrıca kendinden kurtulmanın yolunun bir başkası olmaktan geçmediğini, bir başkasının da kendinden kurtulmak isteyen bir canlı olabileceğini ve eninde sonunda herkesin kendi rolüne geri dönmek zorunda kalacağını da düşündürüyor insana.Bunu da çok başarılı bir şekilde yapıyor.Carl Jung'ın deyimiyle ''gölge''den gerçekten kurtulmak mümkün olabilir mi ya da gölge yönlerimiz kendimizi dönüştürmek için birer armağan olabilir mi sorularını da beraberinde getiriyor.Ayrıca Elisabeth'in televizyondaki dehşet görüntülerini izlerkenki hali ve filmin açılışında arka arkaya verilen küçük sahneler aslında filmin bütününde anlatılmak istenen her şeyin birer özeti gibi.Bence bu film öyle zengin unsurlar içeriyor ki her izleyen kendi bakış açısına göre bir şeyler keşfedebilir.İzlenmeli..
“Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte… Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma… Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık… Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek… Her kelime yalan… Her jest sahte… Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi… İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın..''
'En iyisi susmak ve dinlemek, belki gerçekten dinlemeyi başarabilirsem –insanların asla yapmadığı gibi- başkalarının maskesini düşürebilirim, bir an bile olsa samimiyet ve masumiyet görmek için maskemin dilini kesebilirim. Sustum artık, sadece dinliyorum, başkasını canlandırmaktan vazgeçtim, bana önce kendinizi, sonra da beni verin..”
bu film için bir kez izlemek yetmez, iki kez üç kez. yetmez çünkü tümüyle kavramaya, sindirmeye. ruhun kullanma klavuzu, karmaşık, karanlık tablosu, her bir kelimesi diken kitabı.